OECD’nin Açılımı ve Kuruluş Amacı
OECD, yani Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Teşkilatı (Organisation for Economic Co-operation and Development), küresel düzeyde ekonomik büyümeyi, finansal istikrarı ve ticaret serbestisini teşvik etmek amacıyla kurulmuş bir hükümetler arası kuruluştur. Amacı, demokratik değerleri ve piyasa ekonomisi ilkelerini benimseyen ülkeler arasında politika koordinasyonu sağlamak, ekonomik ve sosyal kalkınmayı desteklemektir. Merkezi Paris’te bulunan OECD, çok sayıda tematik alanda veri üretir, politika tavsiyeleri geliştirir ve üye ülkeler arasında bilgi paylaşımını teşvik eder.
Kuruluşun temel prensibi, üye ülkelerin karşılaştığı ortak ekonomik, çevresel ve sosyal sorunlara birlikte çözüm aramak ve bu doğrultuda deneyim alışverişi yapmaktır. OECD, aynı zamanda küresel yönetişimde şeffaflık, hesap verebilirlik ve sürdürülebilir kalkınma ilkelerine dayalı bir çerçeve sunar. Bu bağlamda, yalnızca ekonomik göstergelerle değil; eğitim, çevre, vergi politikaları ve dijital dönüşüm gibi pek çok alanda küresel referans niteliğinde analizler ve standartlar üretmektedir.
1961’de Kurulan OECD’nin Tarihçesi ve Kurucu Üyeleri
OECD’nin kökleri, II. Dünya Savaşı sonrası Avrupa’nın yeniden inşasına yönelik ABD destekli Marshall Planı kapsamında 1948’de kurulan Avrupa Ekonomik İşbirliği Teşkilatı’na (OEEC) dayanmaktadır. 1961 yılında, Avrupa dışındaki ülkelerin de katılımıyla OECD adını alarak daha geniş kapsamlı, kalıcı bir yapı haline gelmiştir. Kuruluş sürecinde aralarında ABD, Kanada, Fransa, Almanya, Birleşik Krallık ve İtalya’nın da bulunduğu 20 ülke yer almıştır. Zamanla üye sayısı artarak 2020’li yıllarda 38’e ulaşmıştır.
OECD’nin kurucu üyeleri arasında, sanayileşmiş ve piyasa ekonomisine dayalı sistemleri benimseyen ülkeler yer almaktadır. Bu ülkelerin temel hedefi, ekonomik büyüme ve istihdam yaratımı üzerinden refah düzeyini artırmak ve uluslararası ticareti serbestleştirmektir. Kurum, Soğuk Savaş döneminde Batı bloğunun ekonomik iş birliğini pekiştiren bir platform olarak görülmüş; 1990’lar sonrasında ise küresel ekonomik yönetişim açısından çok daha geniş bir misyona sahip olmuştur. Özellikle geçiş ekonomileri ve gelişmekte olan ülkeler için referans oluşturan politikaları ile dikkat çekmektedir.

OECD’nin Temel Görevleri: Ekonomik Kalkınma, Ticaret ve İstihdam Politikaları
OECD’nin temel görevleri, ekonomik büyümeyi desteklemek, istihdamı artırmak, yaşam standartlarını yükseltmek ve uluslararası ticaretin adil ve açık biçimde işlemesini sağlamaktır. Bu görevler, kurumun üyeleri arasında politika koordinasyonunu teşvik etmesi, iyi uygulamaları yaygınlaştırması ve veri temelli analizler üzerinden politika önerileri sunmasıyla yerine getirilir. OECD, mikroekonomik ve makroekonomik düzeyde hazırladığı kapsamlı raporlar sayesinde, üye ülkelerin kalkınma politikalarını karşılaştırmalı biçimde değerlendirme imkânı sunar.
Özellikle iş gücü piyasaları, vergi yapıları, inovasyon politikaları, sosyal harcamalar ve ekonomik eşitsizlik gibi alanlarda geliştirdiği göstergeler ve analizler, ülkelerin kendi performanslarını ölçmesine olanak tanır. OECD, sadece durum tespiti yapmakla kalmaz, aynı zamanda bu alanlarda reform yapılması için önerilerde bulunur. Küresel ekonomik sistemin karmaşıklaştığı çağımızda, kurumun bu koordinasyon işlevi, hem ekonomik istikrar hem de sürdürülebilir kalkınma açısından kritik bir rol oynamaktadır.
OECD Ülkeleri Kimlerdir? Üyelik Kriterleri ve Genişleme Süreci
OECD’ye üye ülkeler, büyük oranda sanayileşmiş, yüksek gelirli ve demokratik yönetişim ilkesine bağlı devletlerden oluşur. Aralarında ABD, Japonya, Almanya, Kanada, Birleşik Krallık, Fransa, Güney Kore ve Avustralya gibi ülkeler bulunan örgütün 2025 itibarıyla 38 üyesi vardır. Türkiye de kurucu üyeler arasında yer almaktadır. OECD’ye üyelik için aday ülkelerin piyasa ekonomisine sahip olması, insan haklarına saygı duyması, demokratik kurumlara bağlılığı ve veri paylaşımı konusunda şeffaf olması beklenir.
OECD, 1990’lardan sonra Orta ve Doğu Avrupa ülkelerinin üyeliğine kapı aralamış; Şili, Estonya, Letonya, Kolombiya ve Kosta Rika gibi ülkeler zamanla üyeliğe kabul edilmiştir. Bununla birlikte, gelişmekte olan ülkelerin OECD’ye tam üye olmaları hâlâ sınırlıdır. Kurum, bazı ülkelerle “OECD partner” statüsünde iş birliği yürütmekte; örneğin Çin, Hindistan, Brezilya ve Endonezya gibi ekonomilerle özel platformlar aracılığıyla temas kurmaktadır. Bu genişleme süreci, OECD’nin kapsayıcılığı ve küresel temsil kabiliyeti açısından stratejik bir tartışma alanı yaratmaktadır.

OECD Raporları: Eğitim, Vergi, Çevre ve Dijital Ekonomi Analizleri
OECD’nin küresel ölçekte en çok dikkat çeken faaliyetlerinden biri, kapsamlı ve karşılaştırmalı veri raporları yayımlamasıdır. Bu raporlar yalnızca ekonomik büyüme ya da istihdamla sınırlı kalmaz; eğitim, vergi sistemleri, çevre politikaları, enerji dönüşümü, dijital ekonomi ve yapay zekâ gibi alanlarda da derinlemesine analizler içerir. Örneğin, dünya çapında büyük etki yaratan PISA (Uluslararası Öğrenci Değerlendirme Programı) raporları, üye ve üye dışı ülkelerde eğitim sistemlerinin performansını ölçer ve politika önerileri sunar.
Vergi politikaları konusunda hazırlanan OECD Vergi İncelemeleri, ülkelerin doğrudan ve dolaylı vergi yapılarını analiz ederken; Çevresel Performans Gözden Geçirme Raporları, ülkelerin çevresel sürdürülebilirlik politikalarını değerlendirmektedir. Ayrıca Dijital Ekonomi Görünümü gibi raporlarla, yapay zekâ, büyük veri, e-ticaret ve dijital altyapı konularında standartlar geliştirilmekte; ülkeler arası dijital uçurumun nasıl kapatılabileceğine dair öneriler sunulmaktadır. Bu raporlar, hem hükümetler hem akademik çevreler hem de özel sektör için politika geliştirme açısından referans niteliğindedir.
Türkiye’nin OECD İçindeki Rolü ve Katkıları
Türkiye, 1961 yılında OECD’nin kurucu üyelerinden biri olarak kuruma katılmış ve o tarihten bu yana örgütle aktif ilişkiler yürütmektedir. Türkiye, OECD’nin tüm alt komitelerinde ve teknik çalışma gruplarında temsil edilmekte; veri paylaşımı, reform izleme ve politika eşgüdümü gibi süreçlerde yer almaktadır. Özellikle eğitim, rekabet hukuku, vergi reformu ve bölgesel kalkınma konularında OECD ile yürütülen çalışmalar, Türkiye’nin kamu politikalarının şekillenmesinde etkili olmaktadır.
Türkiye aynı zamanda OECD’nin yayımladığı çeşitli ülke raporlarına konu olmakta; “Ekonomik İnceleme Raporları” kapsamında iki yılda bir makroekonomik görünüm ve reform önerileri değerlendirilmektedir. Bunun yanı sıra Türkiye, kalkınma yardımları, göç politikaları ve dijital dönüşüm alanlarında da OECD ile iş birliği içindedir. Ancak Türkiye’nin OECD içindeki rolü zaman zaman siyasi gelişmelere bağlı olarak tartışmalı hâle gelebilmektedir. Buna rağmen ülke, OECD düzeyinde yürütülen uluslararası normların ve karşılaştırmalı veri analizlerinin hem üreticisi hem de uygulayıcısı konumunu korumaktadır.

OECD’nin Eleştirilen Yönleri: Gelişmekte Olan Ülkelere Yönelik Yaklaşımlar
OECD, yüksek gelirli ülkelerden oluşan bir yapı olması nedeniyle zaman zaman gelişmekte olan ülkelere karşı yeterince kapsayıcı ve adil davranmamakla eleştirilmektedir. Kurumun politika önerileri, çoğu zaman sanayileşmiş ülkelerin ekonomik modellerine dayandığı için, farklı ekonomik yapılarla ve kurumsal kapasiteyle karşı karşıya olan gelişmekte olan ülkeler açısından uygulanabilirliği tartışmalıdır. Özellikle vergi reformları, özelleştirme, deregülasyon gibi önerilerin, bu ülkelerde sosyal eşitsizlikleri derinleştirdiği ve kamu hizmetlerini zayıflattığı yönünde eleştiriler dile getirilmektedir.
Ayrıca OECD’nin karar alma süreçlerinde gelişmekte olan ülkelerin doğrudan söz sahibi olamaması, kurumun küresel meşruiyetine yönelik bir başka eleştiri noktasıdır. OECD her ne kadar partnerlik ilişkileri ve gözlemci statüsü ile bu ülkeleri süreçlere dahil etmeye çalışsa da, bu katılım çoğunlukla sınırlı ve danışma düzeyindedir. Bu nedenle özellikle BRICS ülkeleri (Brezilya, Rusya, Hindistan, Çin, Güney Afrika) gibi yükselen ekonomiler, OECD politikalarını kendi ulusal çıkarlarına uygun bulmayabilir ve alternatif platformlar oluşturmaya yönelebilirler.
Gelecekte OECD’nin Rolü: Sürdürülebilirlik, Yapay Zekâ ve Küresel Riskler
OECD, yalnızca ekonomik büyümeye odaklanan geleneksel bir yapıdan, artık küresel riskleri gözeten, sürdürülebilir kalkınmayı merkeze alan bir yapıya dönüşmektedir. İklim değişikliği, enerji dönüşümü, toplumsal cinsiyet eşitsizliği, göç, veri güvenliği ve yapay zekâ gibi konular artık OECD gündeminin ön sıralarında yer almaktadır. Kurum, özellikle 2030 Sürdürülebilir Kalkınma Amaçları ile uyumlu politikaların teşviki konusunda önemli rol oynamaktadır. Bu kapsamda karbon fiyatlama mekanizmaları, döngüsel ekonomi ve yeşil finansman gibi alanlarda norm geliştirici konuma gelmiştir.
Yapay zekâ ve dijital dönüşüm alanında ise OECD, etik ilkeler ve yönetişim çerçeveleri oluşturarak teknoloji politikalarının insan haklarına duyarlı ve hesap verebilir biçimde tasarlanmasını teşvik etmektedir. Ayrıca gelecekte olası küresel sağlık krizleri, tedarik zinciri kırılmaları ve siber tehditler gibi konular da OECD’nin hazırlık çalışmaları arasında yer almaktadır. Bu dönüşüm, OECD’nin yalnızca ekonomik performansı ölçen bir yapı olmaktan çıkıp, aynı zamanda sosyal adalet ve çevresel sürdürülebilirlik gibi alanlarda da küresel referans noktası haline gelmesini hedeflemektedir.